Yolda yavaşlayan zamanı iyi bir filmle hızlandırın. Uçakta, otobüste ya da aktarma zamanlarında sıkılmamanız için uzun yolculuklarda izleyebileceğiniz 11 filmi seçtik.
Uçak, otobüs ya da tren fark etmez; çoğu zaman uzun yolculuklar daha başlamadan ‘yolda vakit nasıl geçecek?’ diye düşünürüz. Gidilecek yerin heyecanı bir yana, yol boyunca geçen saatlerde zaman hızını düşürmüşçesine yavaşlar sanki. Endişe etmeyin; seyahatinizi keyifli hale getirecek film listesi burada. Ekrana kilitleyen, temposuyla zamanın nasıl geçtiğini fark ettirmeyen filmler uzun yollar için birebir.
Deadpool
Eğer siz de çizgi romanların renkli dünyasından kopamıyor, her karesinde ayrı bir macera hissediyorsanız Deadpool, uzun yolculuklarınızda keyifli bir yol arkadaşı. Marvel evreninin aykırı karakterlerinden biri olan Deadpool, 2016 yılında sinemaya uyarlandığında yalnızca hayranlarını değil, aksiyon ve mizah seven herkesi etkisi altına aldı.

Asıl adı Wade Wilson olan karakter, eski bir özel kuvvetler mensubu. Geçirdiği deneysel tedavi sonrası, tıpkı Wolverine gibi kendini yenileme yetisi kazanıyor. Ancak Deadpool’u diğer süper kahramanlardan ayıran şey olaylara yaklaşımı, her şeyi tiye alan bir anti-kahramanla karşı karşıyayız. Ryan Reynolds’ın başroldeki performansı karakterle öylesine bütünleşiyor ki bir noktadan sonra onu gerçekten Deadpool sanmaya başlayacaksınız.
Yes Man
Jim Carrey’nin başrolde olduğu bu keyifli yapımda, hayata hep “hayır” diyen Carl Allen’la tanışıyoruz. Günlük rutini, sosyal çevresi ve iç dünyası bir çıkmaza dönüşmüşken, katıldığı bir kişisel gelişim seminerinden sonra hayatında radikal bir karar alıyor: Artık her şeye “evet” diyecek. Ne olursa olsun!

Bu karar başlarda ona enerji, cesaret ve yepyeni deneyimler kazandırıyor. Ama işler zamanla kontrolden çıkıyor ve Allen, bir yandan kendini keşfederken bir yandan da “her şeye evet demenin” sonuçlarıyla yüzleşiyor. Belki sizin de “evet” demeyi hatırlamaya ihtiyacınız vardır, yola çıkmadan önce bu filmi izlemek harika bir motivasyon.
Catch Me If You Can
Uçakta zamanın su gibi akmasını istiyorsanız, sizi koltuğunuza mıhlayacak bir önerimiz var, Catch Me If You Can. Steven Spielberg’ün yönetmenliğini üstlendiği gerçek bir yaşam öyküsüne dayanan bu film, başrollerinde Leonardo DiCaprio ve Tom Hanks gibi iki dev ismi buluşturuyor.

Hikayemizin kahramanı, genç yaşta FBI’ı bile peşinden koşturan zeki bir dolandırıcı Frank Abagnale Jr. Onun akıl almaz kılık değiştirme becerileriyle pilotluktan doktorluğa, avukatlıktan öğretmenliğe uzanan bir kimlik yolculuğuna tanık oluyoruz. Ama her kahramanın bir rakibi vardır, onunki de FBI ajanı Carl Hanratty.
Whiplash
Uzun bir yolculuğun enerjinizi düşürmesine izin vermeyin; sizi adrenalin seviyenizi tavan yaptıracak bir filmle tanıştıralım, Whiplash. Tam bir enerji patlaması olan bu film, genç bir baterist olan Andrew’ın hikayesini anlatıyor.

En iyi olmak için neleri göze alırsınız? Bu sorunun cevabını Andrew, ülkenin en prestijli konservatuarlarından birinde arıyor. Müzikle dolu bu yolda karşısına sert, acımasız ve başarıya takıntılı caz hocası Terence Fletcher çıkıyor. J.K. Simmons’ın can verdiği bu karakter, bir türbülans gibi Andrew’un tüm dengesini alt üst ediyor.
Green Book
1960’ların Amerika’sında geçen bu filmde, Afro Amerikalı ünlü bir piyanist olan Dr. Don Shirley’nin konser turnesi için bir şoföre ihtiyacı vardır. Bir süredir işsiz olan Tony Lip ile yolları kesişir. Biri entelektüel, zarif ve ölçülü; diğeri ise dobra, biraz da önyargılarla doludur. Ancak bu iki zıt karakter birlikte yola çıktığında birbirlerinin kalplerini de adım adım keşfeder.

Yolculuk boyunca onları her performans sonrası çılgınlar gibi alkışlayan izleyicilerle ırkçılık, tehlike ve kimi zaman umulmadık bir nezaket karşılar.
Little Miss Sunshine
Sizin de ailece çıktığınız yolculuklarda kahkaha, kaos ve bolca duyguya yer varsa Little Miss Sunshine’da tanıdık bir hikayeyi izliyor gibi hissedeceksiniz. Hoover ailesi ilk bakışta sıradan bir Amerikan ailesi gibi görünebilir ama işin aslı öyle değil. Her biri birbirinden farklı karakterlere sahip olan bu ailenin tek ortak noktası, küçük Olive’in hayalini gerçekleştirmek için yola çıkmaları.

Olive, ülkenin diğer ucundaki bir güzellik yarışmasına katılmak istiyor ve aile, eski bir minibüse atlayıp onun peşinden gidiyor. Yol boyunca onları yalnızca uzun saatler, arızalar ve tartışmalar değil; aynı zamanda birbirlerini yeniden tanıma fırsatı da bekliyor.
La La Land
Yolculuğunuza biraz aşk havası katmak isterseniz bu film ihtiyaç duyulan romantizm dozunu iyi ayarlıyor. Los Angeles’ın renkli sokaklarında kesişen iki hayat; biri klasik caz tutkunu bir müzisyen olan Sebastian, diğeri ise oyuncu olma hayaliyle yanıp tutuşan Mia.

İlk karşılaşmaları, şehrin meşhur trafiğinde biraz gergin, biraz göz devirmeli başlasa da zamanla bu iki tutkulu insan birbirine ilham vermeye başlıyor. La La Land’de hayallerin peşinden gitmenin bazen kalbin yönünü nasıl şaşırttığına tanıklık edeceksiniz. 5 Oscar ödüllü müzikal türündeki film, bolca görsel şölen içeriyor.
Vicky Cristina Barselona
Amerikalı iki yakın arkadaş, Vicky ve Cristina, yaz tatillerini geçirmek üzere Barselona’ya gelir. Bu yolculuğu yalnızca şehrin renkli sokaklarında çekilecek birkaç fotoğraftan ibaret olduğunu düşünürlerken karşılarına karizmatik bir İspanyol ressam çıkar; Juan Antonio. Ve bu adamın hayatına bir de fırtına gibi girip çıkan eski eşi Maria Elena eklenince işler hiç de beklendiği gibi ilerlemez.

Vicky, evlilik planları yapan tutucu yapısıyla temkinli adımlar atarken, Cristina özgür ruhuyla tutkularının peşinden gider. Ama Barselona’nın büyüsü altında, her karar yeni bir ihtimale, her ihtimal ise bambaşka duygulara kapı aralar. Film yalnızca ilişkilerin karmaşıklığını değil, aynı zamanda Barselona’nın kendine has atmosferini de başrole taşıyor. Gaudí’nin eserlerinden La Pedrera’nın terasına, La Sagrada Familia’nın görkemine kadar şehri bir sanat galerisi gibi izlemeye hazır olun.
In Bruges
Yolculuğunuzda sıradışı karakterlerle sıra dışı manzaralar arasında savrulmak isterseniz, In Bruges’u listenize ekleyebilirsiniz. İki İrlandalı tetikçi, Ray ve Ken, patronlarının direktifiyle geçici olarak Belçika’nın en büyüleyici şehirlerinden biri olan Bruges’e gönderilir. Ray için bu şehir sıkıcı, ortaçağdan kalma taş binalardan ibaretken; Ken, sanat galerilerinde dolaşmaktan, kulelere tırmanmaktan oldukça keyif alır. Ne var ki bu bekleme süresi düşündükleri kadar sakin geçmez. Çünkü geçmiş peşlerini bırakmaz — hele ki elleri kana bulaşmışsa…

Martin McDonagh’ın kara mizah dolu yönetimiyle şekillenen filmde şehri bir arka plan olarak düşünmeyin; adeta başlı başına bir karakter. Şehrin çarpıcı mimarisi, sisli sokakları ve gotik havası, Ray’in bunalımları ve Ken’in sabır taşı misali tavrıyla harmanlanıyor.
Amelie
Montmartre sokaklarında geçen bu şiir gibi Fransız filmi, sıradan anların içindeki güzelliği keşfetmeyi sevenler için bir başyapıt. Hayat dolu, meraklı ve biraz da içine kapanık genç bir kadın olan Amélie, çevresindekilerin mutluluğu için gizlice küçük oyunlar planlıyor. Kimine eski bir hazineyi bulduruyor, kimine gecikmiş bir aşk mektubu… Herkese dokunuyor ama kimse onun dokunuşunun farkında değil.

Jean-Pierre Jeunet’nin ustalıkla yönettiği film, yalnızca Amélie’nin hikâyesini değil; Paris’in ruhunu, detaylarını, renklerini de göz kamaştırıcı bir biçimde anlatıyor. Hepsi Paris’in birer parçası, hepsi Amélie’nin gözünden yeniden anlam kazanıyor.
BONUS! Ters Yüz
Yeni bir şehre taşınmak, yepyeni bir okula başlamak gibi değişiklikler yetişkinler için bile zorken, bir çocuk için çok daha karmaşık olabilir. Bu sorunun peşine düşen film, küçük Riley’nin zihninin derinliklerine doğru çok yönlü bir yolculuğa çıkarıyor. Riley’nin hayatı, babasının San Francisco’daki yeni işi nedeniyle tamamen değişir. Geride bıraktığı arkadaşları, tanıdık sokaklar ve bildik evin yerini; yabancısı olduğu bir şehir ve belirsizlikler alır. Ama bu hikâyede sadece Riley değil, içindeki duygular da bir yolculuğa çıkmak zorundadır: Neşe, Korku, Öfke, Nefret ve Üzüntü.

Neşe, her zamanki gibi kontrolü elinde tutmak ister; Riley’i güçlü ve mutlu kılmak için çabalar. Ancak yeni hayatla başa çıkmak bazen sadece gülümsemekle mümkün olmuyor. Diğer duygular da söz hakkı istiyor ve işler yavaş yavaş ters yüz oluyor. Özellikle bir yolculuğun ortasındaysanız Ters Yüz, bavulunuza koymanız gereken bir film.
Bu Yaz Ne İzleyeceğiz?: En Yeni Diziler
Tüm Zamanların En İyi Sitcom Dizileri
Gelecek Zaman Başladı: Son Zamanların En İyi Bilimkurgu Dizileri