Duygusal komedi mi, coşkulu bir dram mı yoksa eğlenceli bir animasyon filmi mi? Zorlu zamanların ilacı, acınıza panzehir olan o filmlerden bahsediyoruz. Sizin comfort movie’niz hangisi?
Oscar ödüllü klasiklerden yalnızca iyi hissettiren favori filmlere kadar, rahatlatıcı etkiye sahip bir film herkes için farklı olabilir; önemli olan size hangisinin iyi geldiği. Forrest Gump gibi 90’lardan kalma bir favori ya da en sevdiğiniz romantik komedilerden biri olsun, burada doğru ya da yanlış yok. Hadi, film maratonu başlasın!
Mesajınız Var (1998)
IMDb: 6.7
“Mesajınız Var”, romantik komediler içinde ayrı bir yeri olan, sıcacık bir film. Tom Hanks ve Meg Ryan’ın canlandırdığı karakterler arasında geçen tatlı atışmalar ve giderek derinleşen ilişki, izleyiciyi hemen içine çekiyor. E-posta üzerinden başlayan tanışıklık, kitapçı rekabetiyle iç içe geçerken, hikaye de kendine özgü bir samimiyet kazanıyor. New York’un sonbaharını fon alan sahneler film boyunca hissettirdiği o nostaljik sıcaklıkla birleşince tekrar tekrar izlemek isteyeceğiniz bir klasik haline geliyor.

Harry Sally ile Tanışınca (1989)
IMDb: 7.7
“Harry Sally ile Tanışınca”yı sakın yalnızca bir aşk hikayesi olarak düşünmeyin; bu film zamanla dostluğun, hayatın ve ilişkilerin nasıl şekillendiğine dair inceliklerle dolu bir anlatı. Billy Crystal ve Meg Ryan’ın doğal uyumu, izleyiciye tanıdık gelen bir samimiyet yansıtması da filmi bu kadar sevdirenlerdendir belki de… Film, üniversiteden mezun olup “gerçek hayat”a adım atmanın, büyümenin ve kendini tanımanın o karmaşık ama güzel sürecini sade bir şekilde aktarıyor. Ve evet, bazı sahneleri neredeyse ezbere biliyor olsanız bile filmi yeniden izlemek her seferinde onu daha da özel kılıyor.

Dün Gibi (1991)
IMDb: 7.6
Bu listeye bir animasyon filmin de dahil olması gerekiyordu… Geçmişin anılarıyla bugünün gerçekleri arasında nazikçe dolaşan bir Studio Ghibli klasiği. Isao Takahata’nın yönetmenliğinde, Taeko’nun çocukluk hatıraları ve yetişkinlik deneyimleri iç içe geçerken, izleyici de kendi geçmişine doğru bir yolculuğa çıkıyor. Film, nostaljiyi ve büyümenin getirdiği duyguları öylesine doğal işliyor ki izlerken hem hüzünleniyor hem de sıcak bir tebessümle sarılıveriyorsunuz. Kırsal Japonya’nın sakin manzaraları ve sade anlatımıyla, hayatın küçük anlamlı anlarını hatırlatıyor. Bu filmi izlerken ruhunuza dokunan, sakin ve derin bir deneyimi hissediyorsunuz.

Forrest Gump (1994)
IMDb: 8.8
Her izleyişte aynı duyguyu hissettiren nadir filmlerden biri olan Forrest Gump, Tom Hanks’in olağanüstü performansıyla hayat buluyor. Forrest karakteri, dünyaya biraz farklı bir yerden bakan, dürüst ve yürekten biri. Film boyunca hem tarihsel olaylara tanıklık ediyoruz hem de onun hayata karşı saf ama güçlü duruşunu izliyoruz. Ne olursa olsun içtenliğinden ödün vermeyen bir karakter izlemek açıkçası izleyiciye yüksek doz umut aşılıyor. Belki de bu yüzden ruh halimiz ne zaman dağınık olsa bu film hep elimizin altında oluyor.

Gün Doğmadan (1995)
IMDb: 8.1
İki yabancının bir gece boyunca şehirde yürüyüp sadece konuşarak kurduğu narin bağa şahitlik edebileceğiniz mükemmel bir film. Ethan Hawke ve Julie Delpy’nin karakterleri arasındaki diyaloglar öylesine doğal, öylesine sade ki kendinizi gerçekten yanlarında yürüyormuşsunuz gibi hissedebilirsiniz. Film boyunca zaman yavaşlıyor, şehir sessizleşiyor ve sadece iki insanın birbirini tanıma hali kalıyor geriye. 8’er yıl arayla çekilen serinin sonraki filmleriyle birlikte bu karakterlerin yıllar içindeki değişimini izlemekse bambaşka bir his. Tanıdık ama biraz hüzünlü, sakin ama derinden etkileyen bir yolculuk gibi.

Harry Potter Serisi (2001)
IMDb: 7.7
Harry Potter serisi, sadece bir film serisi değil; bazen kaçış, bazen sığınak, bazen de çocukluğa dönmenin en kestirme yolu. Hogwarts’ın koridorlarında gezinmek, karakterlerle birlikte büyümek, dostluk, cesaret ve kayıplar üzerine düşündürürken aynı zamanda insanın içini ısıtan sıcacık bir tanıdıklık hissi veriyor. Özellikle o ilk notaların çalındığı an siz de gözlerinizi kapatınca Hogwarts koridorlarında yürüdüğünüzü hissediyor musunuz? Ne yaşta olursan ol, geri dönmekten hiç çekinmediğin bir dünya bu. Kimimiz için favori kitap uyarlaması, kimimiz içinse yalnızca içimizi rahatlatan tanıdık sihir.

Aşk Her Yerde (2003)
IMDb: 7.6
Her hikayesinde başka bir duyguyu yakalayan ve hepsini aynı çatı altında toplayan eşsiz filmlerden biri de kesinlikle “Aşk Her Yerde”. Kalbi olan herkesin bir köşesinden tutunduğu bir film desek yeridir. Noel teması baskın olsa da verdiği his mevsimlerden bağımsız. Hugh Grant’ın o meşhur dans sahnesi, Colin Firth’ün sessizce kurduğu yeni başlangıç ve filmin genelindeki iyimserlik; hepsi bir araya gelince izleyene umut aşılayan bir bütün oluşturduğunu söylemeden olmaz. Bu filmi bir kez izlemek yetmiyor çünkü o tanıdık sahnelerle her seferinde yeniden gülümsemek istiyorsunuz.

Not Defteri (2004)
IMDb: 7.8
Büyük aşk hikayelerinden bahsedildiğinde akla ilk gelenlerden biri “Not Defteri” değil de ne? Ryan Gosling ve Rachel McAdams’ın canlandırdığı karakterler arasında geçen o yoğun bağ, filmi basit bir romantizmden çıkarıp duygusal olarak da derin bir hale getiriyor. Belki de o yüzden ne zaman yorgun, hasta ya da duygusal hissetsek gözümüzün önüne o göl, o yağmur, o mektup sahnesi geliyor. Charleston’ın manzaraları, film boyunca süzülen melankoli ve kalbe işleyen o klasik aşk anlatısı… Bazen tek ihtiyacın sadece bu oluyor.

Şeytan Marka Giyer (2006)
IMDb: 6.9
Stil, güç, göz devirme sahneleri ve içten içe hepimizin repliklerini ezbere bildiği o ikonik anlar… “Şeytan Marka Giyer”, modanın görkemli ve acımasız dünyasına atılan unutulmaz bir bakış. Anne Hathaway’in masum ama kararlı karakteriyle Meryl Streep’in soğuk ve etkileyici Miranda Priestly’si arasındaki güçlü dinamik filmi sürükleyici kılıyor. “Bir milyon kızın uğruna canını vereceği” bu işin perde arkasındaki gerçeklerle yüzleşmenin aslında hiç de kolay olmadığını düşündüren bir hikaye.

Paris’te Gece Yarısı (2011)
IMDb: 7.6
“Paris’te Gece Yarısı”, zamanın içinde küçük bir kaçamak yapma hayalini gerçeğe dönüştüren büyülü bir film. Owen Wilson’ın canlandırdığı Gil karakteriyle birlikte 1920’lerin Paris’ine adım atmak, Hemingway, Fitzgerald, Gertrude Stein gibi isimlerle bir araya gelmek neredeyse bir rüya gibi. Paris sokaklarında dolaşırken hissedilen o tatlı hüzün, geçmişe duyulan özlemle birleşiyor ve ortaya görsel ve duygusal anlamda doyurucu bir deneyim çıkıyor. Hemingway ve F. Scott Fitzgerald’ın zamanına geri dönebilmenin hayali bile harika değil mi?

Stajyer (2015)
IMDb: 7.1
Stajyer, izleyene gerçekten iyi gelen filmlerden biri. Robert De Niro’nun canlandırdığı emekli karakter, ikinci bir şans arayışıyla kendini gençlerle dolu bir moda start-up’ında stajyer olarak buluyor. Anne Hathaway’in işine bağlı ama içten karakteriyle kurduğu dostluk, film boyunca gelişen en güzel detaylardan biri. Aralarındaki anlayış, kuşak farklarını yumuşatırken izleyiciye de içten bir tebessüm bırakıyor. Gereksiz dramatik iniş çıkışlar yok, her şey olması gerektiği gibi sade ve huzurlu. Filmin son sahnesinde yüzünüzde tatlı bir tebessümün belireceği kesin.

Creed (2015)
IMDb: 7.6
Hadi biraz adrenalin, biraz boks. Rocky evrenine dair her şeyi gördüğünüzü düşünüyorsanız henüz Creed’i izlememişsiniz demektir. Tanıdık duygularla yepyeni bir hikaye sunan filmde Michael B. Jordan, Adonis Creed karakterine can veriyor. Yalnızca ringde değil, hayat karşısında da kendini kanıtlamaya çalışan Creed’in yolculuğu, babasının mirasıyla baş etme çabası ve kendi kimliğini kurma isteği epey derinden etkiliyor. Sylvester Stallone’un Rocky olarak geri dönüşü ise filme nostaljiyle birlikte güçlü bir duygusal derinlik katıyor. Cesaret, aile, hayal kırıklığı ve azim bu filmde hepsi var. Ve evet, daha fazlasını istiyorsanız devam filmleri sizi bekliyor.

Küçük Kadınlar (2019)
IMDb: 7.8
Klasik bir hikayeyi bugünün ruhuna uygun şekilde yeniden anlatan, yumuşak ve etkileyici filmlerden biri “Küçük Kadınlar”. Greta Gerwig’in dokunuşuyla, Louisa May Alcott’un eserine yepyeni bir soluk geliyor. Zaman atlamalarıyla kurgulanan bu sıcak hikaye, March kardeşlerin büyüme yolculuğunu daha da içsel ve samimi bir şekilde yansıtıyor. Saoirse Ronan’ın Jo’su ve Florence Pugh’un sahne çalan Amy’si başta olmak üzere tüm oyuncu kadrosu karakterleriyle derin bağ kurduruyor. Alexandre Desplat’nın müziği, film boyunca tüm duygularınıza zarifçe eşlik edecek.

Fransız Postası (2021)
IMDb: 7.1
İçinde bulunduğunuz ortamdan farklı bir dünyaya mı ışınlanmak istiyorsanız Wes Anderson evrenine hoşgeldiniz! “Fransız Postası”, gerçeklikten birkaç adım uzaklaşmak, renklerin ve ritmin içinde kaybolmak isteyenler için ideal bir kaçış filmi. Wes Anderson’ın kendine özgü tarzı, bu filmde gazeteciliğe, hikaye anlatıcılığına ve Fransa’ya olan sevgisiyle birleşiyor. Kurgusal Ennui-sur-Blasé kasabasında geçen film, görsel şovu ve anlatım diliyle izleyeni farklı bir dünyaya davet ediyor. Wes Anderson filmlerinden hoşlanıyorsanız “Büyük Budapeşte Oteli” de kesinlikle iyi hissettiren filmlerden biri.

Bonus! Çılgınlar Kraliçesi (1961)
IMDb: 7.5
Kendinizi iyi hissetmenize yardımcı olacak klasik filmler kuşağında “Breakfast at Tiffany’s”, Türkçe adıyla “Çılgınlar Kraliçesi” ilk sıralarda yer alıyor. Breakfast at Tiffany’s, klasik olmanın ötesinde, kendine özgü bir ruh taşıyan filmlerden. Audrey Hepburn’ün zarif ve kırılgan Holly Golightly’si, özgürlükle bağlılık arasında gidip gelen bir karakter olarak derin bir iz bırakıyor. Film boyunca New York’un nostaljik sokaklarında gezinmek, Tiffany’s vitrinine dalıp gitmek ya da yalnızca Holly’nin bakışlarındaki o uzaklığı izlemek bile başlı başına bir deneyim. İçinde hafif bir hüzün, çokça stil, karakter ve his barındıran bu film, kendini biraz kaybolmuş hissedenlere bile iyi geliyor. Hızınızı alamazsanız Roman Holiday’i de izleme sırasına alabilirsiniz.
